Altın Madeni / Wilbur Smith

Altın MadeniAltın Madeni

Altın Madeni’nden…

Sonra kayalar soğurken sular da buharlaşmadan önce toprakların üzerinde daha uzun bir süre kalmaya başladı. Ve sonunda bu vadide toplanarak bir iç deniz kadar büyük bir göl oluşturdu.

Bu göle altın dağlardan fırtınayla gelen sular dökülüyordu artık. Sarı madenden küçük zerreleri taşıyan sular. Bu zerrecikler diğer kum ve kuvars çakıllanyla birlikte gölün dibine çöküyor ve sıkışarak düz bir tabaka oluşturuyordu.

Zamanla dağlardaki bütün altınlar süprülüp götürüldü. Aşağıya taşınarak gölün dibine yayıldı.

Sonra hemen hemen on milyon yılda bir olduğu gibi dünya yoğun bir deprem dönemine girdi. Arka arkaya korkunç sarsıntılarla yeryüzü sarsılırken topraklar titredi, kabardı.

Korkunç bir sarsıntı gölün dibinin boydan boya yanlmasma ve suların boşalmasına neden oldu. Dipteki tortu tabakalarını çatlatarak, parçalarını sağa sola gelişigüzel savurdu. Kilometrelerce uzunluğundaki kaya tabakaları çarpılıp dikildi.

Depremler tekrar tekrar dünyayı yakalayıp safsh. Dağlar yalpalayıp çöktü. Gölün olduğu vadiyi doldurdu. Bol altınlı kaya tabakalarının bazılarını gömdü; bazılarını da toz haline getirdi.

Deprem dönemi sona ermişti. Yüzyıllar geçiyordu. Seller ve korkunç kuraklıklar birbirini izledi. O mucize oldu: hayat kıvılcımı çaktı ve parlak bir ışıkla yanmaya başladı. Dev sürüngenlerin çağında da, evrimin sayısız iniş ve çıkışları sırasında da bu ışık sönmedi. Sonra Pleistosen döneminin ortalarına doğru bir maymun – insan, yani Avustralopitekus, bir kayanın çıkıntısının yanından yaban sığırının kalça kemiğini aldı. Bunu bir silah, bir gereç olarak kullanacaktı.

Avustralopitekus, güneşin kavurduğu, dümdüz bir yaylanın ortasında duruyordu. Bu yayla denize doğru yedi yüz elli kilometre uzanıyordu. Dağlar ve gölün dibi çoktan yassılmış ve gömülmüştü.

Sekiz yüz bin yıl sonra Avustralopitekus’un soyundan gelme biri aynı yerde elinde bir aletle duruyordu: Harrison. Aleti ise atasmınkinden çok daha ileriydi. Tahta ve madenden yapılmış bir kazma. Bir maden arayıcısının kazması.

Harrison eğilerek kayanın, Afrika’nın kuru, kahverengi toprağından çıkan ucuna vurdu. Bir parça kopararak doğruldu.
Kaya parçasını güneşe doğru tutarak öfkeyle homurdandı. Hiç de ügi çekmeyecek bir taştı elindeki.

LİNK

 

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir