Vurun Kahpeye / Halide Edib Adıvar

Vurun KahpeyeVurun Kahpeye

Vurun Kahpeye’den…

Çok erken, pek çok erkendi; ıssız Anadolu’nun tozlu yollarına girmemişlerdi; daha ıssız ve kurak tarlaların katı, beyabanında Fettah Efendi’nin merkebi, Hüseyin Efendi’nin kısrağı toprak dalgalarında ine kalka gidiyorlardı. Hiçbir ses duyulmuyor, bir tek canlı mahlûk kımıldamıyordu. Yalnız, arada bir, nereden geldiği bilinmeyen, ilk uyanan kuşların garip fısıltısı seziliyor, Yunan karargâhının olduğu kasabanın yeşil incir bahçeleri siyah bir küme gibi beliriyor, beyaz ve cılız bir duman tabakası kasabanın üstünden pembeleşen mavi göğe yükseliyordu. Bu kesif incir bahçelerinin aralarındaki ince, dolambaç yollarına geldikleri zaman tozla beyazlanmış incir yaprağı kesafeti arasında, uzak ve hafif horoz sesleri sükûnu yırtmaya başlamıştı.

Pek çok sürmeden kasabaya geleceklerdi. Ahali, Yunan neferlerinin korkusundan tarlalarına, hatta bahçelerine erken ve yalnız gelemedikleri için bütün bu mamur ve şen bahçelerin üstüne, terk edilmiş, köhneleşmiş bir hava yerleşmişti.

Hacı Fettah Efendi eski sarığını kulaklarına indirmiş, sinsi yüzünün derin çizgilerine mütereddit, hatta korkak bir gölge sinmişti. Uzun Hüseyin Efendi’nin sarı yüzü, çarpık burnu sabahın bu garip ve yalnız saatinde, geceden sabaha taşmış, tekin olmayan bir mahlûk gibi, aydınlıktan ürken gözlerle etrafa bakınıyor, kasabanın pembe göğünden ateşli bir al dalga gibi doğan güneşe tuhaf tuhaf gözlerini kırpıştırıyordu.

İkisi de konuşmuyorlardı. Fakat ikisinin de zihninde aynı endişe vardı. İkisi de Yunan karargâhını, şüphe uyandırmadan, ahaliden nasıl sorabileceklerini düşünüyorlardı.

Kasabanın medhalinde Yunan karakolu bunlara haykırdığı zaman, hem birer tayf gibi yüzlerindeki renk uçmuş, hem de Yunan neferlerinden karargâhı sorarken ahaliden kimsenin bulunmamasına memnun olmuşlardı.

Binbaşı Damyanos, akşamları çok içer, geç yatar ve sabahları da öğleye kadar uzanırdı. Onun için Hacı Fettah Efendi ile Hüseyin Efendi, bahçede bir incir altında çömeldiler ve beklediler. Hayvanları da kapıda bağlıydı; fakat ikide birde, nöbetle, hâlâ yerlerinde olup olmadığını anlamak için biraz yürüyorlarsa da yan gözle nöbetçi nefere belli etmeden tetkik ediyorlardı.

Nihayet karanlık ve dar bir merdivenden onları yukarı çağırdılar ve o kadar tehalükle koştular ki

LİNK

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir