Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Barış Bıçakçı

Bizim Büyük ÇaresizliğimizBizim Büyük Çaresizliğimiz

Bizim Büyük Çaresizliğimiz’den…

Ankara Hastanesi’nin acil servisinin doğramaları turkuaz renkli otomatik kapısı sürtünme sesleri ve gıcırtılarla önümüzde açıldığında Çetin, sağ tarafta duvara bitişik duran boş sedyeyi, üzerindeki kan birikintisini ikimiz de hemen fark etmiştik. Kan, kahverengi deri kaplaması yer yer yırtılmış, metal ayakları paslanmış sedyenin eskiliğine kirliliğine aykırı bir canlılıktaydı; tavandaki floresanların karmaşık ışığını yansıtıyordu. Sedyenin yanında duvar boyunca dizilmiş bekleyenler, acının belli bir anında donmuş bekleyenler, bu küçük kan gölünü kanıksamış gibiydi. Diğer acil servislerde gördüğümüz insanlara benziyorlardı: Aynı üzgün burunlar, aynı korkan gözler, aynı soran eller, ayaklar, ölülerin yaralıların peşinden koşmuşlar, yetişememişler…

Orası Fikret’i gördükten sonra baktığımız üçüncü hastaneydi, ne yapmamız gerektiğini iyi biliyorduk. Danışmadaki görevlilere birkaç saattir kafamızın içinde yankılanan isimleri söyleyecektik, onlar da önlerindeki listede tükenmez kalemle (tuhaftı doğrusu, üç hastanede de kırmızı tükenmez kalem kullanıyorlardı) yazılmış isimleri işaret parmaklarıyla okşayacak, listenin sonuna ulaştıklarında aynı soğuk tavsiyede bulunacaklardı: “Bir de morga bakın!”

Bir de morga bakalım Çetin! Göğüslerinin üzerine düşürdüğü ıslak saçlarını güneşte tarayan çıplak kadına baktık nasıl olsa, gel bir de morga bakalım!

O hastanenin de morgu alt kattaydı, oranın da girişinde, kenarlarında alüminyumdan yivli şerit olan üzeri soluk mavi, metal gövdeli resmi daire masası vardı. Masanın üzerinde kimlikler. Kimliklere eğilmiş bakan birkaç polis, birkaç görevli.

Tam orada dönüp bana bakmıştın Çetin. Artık üçüncü morgda dayanamamış dönüp bana bakmıştın.

Sekiz yaşındaydın. Açık kahverengi bir Anadol’un arka koltuğunda, annenin kucağındaydın. Annen susam kokuyordu. Kızılcahamam’a pikniğe gidiyordunuz. Nevzat Amcalarla. Ağabeyin yoktu, yaz tatili için teyzenizin yanma gitmişti. Sen otomobildeki tek çocuktun. Seninle oynuyor şakalaşıyorlardı. Yoldan aşağı yuvarlanırken Nevzat Amca direksiyonu tutmak için uzanmıştı. Beş el vardı direksiyonda, babanın iki eli, Nevzat Amca’nın iki eli ve gören görür, ölümün eli… Sen balon gibi sönüyordun. Mübeccel Teyze bağırıyordu. Annenin sesi çıkmıyordu, sımsıkı bastırmıştı seni kendine. Ağaca vurunca büyük bir çatırtı. O çatırtının çenenden çıktığını düşünmüştün hastanede

LİNK

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir