Binbir Hayalet / Alexandre Dumas

Binbir HayaletBinbir Hayalet

Binbir Hayalet’ten…

1831 yılının 1 Eylül’ünde, kralın özel malikânesinde daire şefi olan eski dostlarımdan biri, Fontenay-aux-Roses’da avlanma mevsimini oğluyla birlikte açmam için beni davet etti.

O zamanlar avlanmayı çok seviyordum ve iyi bir avcı olmam sıfatıyla, her yıl açılışın yapılacağı bölgenin seçimi önemli bir konuydu.

Genellikle bir çiftlik sahibinin ya da daha çok kayınbiraderimin bir dostunun evine giderdik; Nemrud’lar ve Elzéar Blaze’lar ilmindeki ilk adımlarımı bir tavşan öldürerek o dostun arazisinde atmıştım. Çiftliği Compiègne ve Villers-Cotterêts ormanlarının arasında, dünya tatlısı Morienval köyüne yarım fersah, görkemli Pierrefonds harabelerine bir fersah mesafede yer alıyordu.

İşletilen toprakları oluşturan iki-üç bin dönümlük arazi neredeyse tümüyle korularla çevrili, ortaya doğru güzel bir vadiyle kesilen geniş bir düzlük görünümündedir; vadinin dibinde, yeşil çayırların ve renkleri sürekli değişen ağaçların arasından yaprakların içinde yarı yarıya kaybolmuş bir sürü ev görülür; bu evleri, önce kendilerini çevreleyen dağların kuytusunda korunan, daha sonra dikey olarak gökyüzüne doğru yükselen ve havanın üst tabakalarına ulaşınca palmiyelerin tepesi gibi genişleyerek rüzgâr yönüne doğru kavis yapan mavimtırak duman sütunları ele verir.

Bu düzlüğe ve bu vadinin iki yamacına iki ormanın av hayvanları, tarafsız bir sahaymış gibi oynamaya gelirler.

Bu yüzden de Brassoire Ovası’nda her tür hayvan bulunur; Korular boyunca karaca ve sülün, yaylalarda tavşan, yamaçlarda adatavşanı, çiftliğin çevresinde keklik. Mösyö Mocquet –dostumuzun adı bu–, bu sayede bizim her yıl geleceğimizden emin olurdu; tüm gün avlanır ve ertesi gün saat ikide Paris’e geri dönerdik, dört-beş avcı toplam yüz elli av hayvanı vurmuş olur; ama hiçbir seferinde ev sahibimize bir tanesini bile kabul ettiremezdik.

Ama o yıl, Mösyö Mocquet’ye sadık kalmayarak, daire şefi olan eski arkadaşımın ısrarına boyun eğmiştim; çünkü Roma okulunda seçkin bir öğrenci olan oğlunun bana yolladığı ve tavşanla dolu anızlıkları, keklikle dolu yonca tarlalarıyla Fontenay-aux-Roses düzlüğünden bir manzaranın sergilendiği tablo beni cezbetmişti.

Fontenay-aux-Roses’a hiç gitmemiştim daha önce; Paris civarını benim kadar az tanıyan yoktur

LİNK

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir