İki Azgın Zürafa
İki Azgın Zürafa’dan…
Siyah ipek bluzu, göğüslerinin baş döndürücü dikliğiyle alabildiğine gerilmişti. Beyaz yünden şortu ise, cömert kalçalarına rahatça sarılmıştı. Uzun bacakları, bir çift dolgun oyluktan başlıyor, yuvarlak ve biçimli dizlerden geçiyor, giderek incelen baldırlarla devam ediyor ve zarif bir çift bileğe ulaşıyordu. Kızın boyutlarının büyük olduğu kuşku götürmezdi. Ama vücudunun her parçası, tam bir ahenk içindeydi. Ben onu incelerken, onun da beni yavaş yavaş süzmekte olduğunu neden sonra fark ettim.
«Herhalde, bir tür kafa derisi hastalığı geçirdiniz?..» diye sordu, hoşgörülü bir sesle.
«Ne demek istiyorsunuz?» Afallamıştım doğrusu…
«Yani, saçlarınızı o yüzden tıraş etmişlerdir diye düşündüm…»
«Buna ‘alabros kesim’ derler bayan!» Hafifçe alınmıştım. «Saçımı tekrar istediğim kadar uzatmak için, biraz sabır göstermem yeter.»
Başımı hafifçe çevirip ona sağ profilimi gösterdim. Malum, sol profilim de çok etkileyicidir ama, sağın, yine de hafif bir üstünlüğü vardır.
«Bu şaşılığı mutlaka tedavi ettirmelisiniz.» Sesinde, yine sıcak bir ilgi vardı. «İnsanın yüzüne bakabilmek için, her defasında böyle yana dönmek zorundaysanız, işiniz iş demektir!..»
«Bir ölüm kalım sorununuz olduğunu söylemiştiniz!» dedim, hırıltılı bir sesle.
«Siz hele bir içeri girin. Burada durmakla, kendimizi gerçekten büyük bir tehlikeye atıyoruz. Bakarsınız bu sefer ikimize birden tecavüz ederler!»
Böyle bir lafa ne denebilir ki?.. Sustum, dişlerimi sıktım ve onu izledim.
Kapıyı arkamdan hızla kapadı ve arka arkaya birkaç sürgü itmeyi de ihmal etmedi… Sonra önüme düşüp beni oturma odasına aldı. Arkadan bakıldığında, attığı her adımla neşeli bir biçimde kırıtan, açık yürekli bir güzellik sergiliyordu. ‘Şu anda çıplak olsa ve kızgın bir güneş altında, bir kum tepesini koşarak tırmansa…’ Beynime, bir anda, azgın bir hayalin yıldırımı düşmüştü…
Oturma odası, İskandinav üslubunda döşenmişti. Üstün manevra yeteneğim sayesinde, gümüş bir muz demetini andıran bir mobilya parçasının yanından kıvırtıp kendimi bir kqltuğun içine attım. Gökyüzünün maviliği, pencerelerden içeri akıyordu.
«Hoş geldiniz, Bay Boyd,» dedi sarışın güzel.
Ben koltuğuma daha bir rahatça…