Hayalet Şehir
Hayalet Şehir’den…
O evi çok severdim. Babam kendi elleriyle yapmıştı. İddiasız bir ev olduğunu bildiğim halde, o günkü küçük çocuk için bir malikâneydi orası. Kuzeyde bataklık ve aşağı kıyılarına istiridye teknelerinin yanaştığı nehre kavuşan alçak yamaçlardaki tarlalar uzanıyordu. Warren Sokağının üstündeki otlaklarda inekler otlar, yazın çimenler insanın beline kadar gelirdi. Güneyde liman vardı. Kocaman gemilerin Doğu Yakası iskelelerinde demir atmalarını izlemek için sık sık anamla adayı boydan boya geçerdik.
Küçük yaştan beri anam bana, İngilizlere, tek amaçları Amerikan halkını küçük düşürmek ve köleleştirmek olan kurnaz zorbalar gözüyle bakmayı öğretmişti. Son zamanlarda, Güney Caddesindeki bir meyhanenin arka odasında, gecenin yarattığı duygusallık anlarında içkinin ardına sığınmışken, Bağımsızlık Devrimini hâlâ davasında başarılı olmuş bir mücadele olarak görebiliyorum, çünkü kaderimiz böyle olmasını istemişti; evet, kaderimiz. Ama ardından gelen ürpertici şafak ışığında yanılsamalarım, limanın üstündeki sis gibi dağılıyor ve ben bambaşka bir öykü hatırlıyorum, çok daha karanlık bir öykü. Çünkü Bağımsızlık Savaşı bir dehşet dönemiydi ve örneğin ben, o günleri övünçle değil peşimi bırakmayan bir utanç duygusuyla anımsıyorum.
’76 yılının baharında, ben on yaşındayken, düşmanın Boston’u boşalttığı ve denize açıldığı duyuldu. Aralarında babamın da olduğu Washington’un askerleri sel gibi New York’a geri döndüler ve derhal parke taşlarını söküp sokaklarda hendek kazmaya koyuldular. Ağaçlarımız barikat yapmak için kesildi, denize bakan her buruna bir top yerleştirildi. Kısa süre içinde şehir, gelişen bir Atlantik limanından çok bir müstahkem askerî kampı andırmaya başladı. Bir süredir ticaretimiz durdurulmuştu ve doklardaki çamur, su alçaldığında feci buharlar çıkarıyordu; çoğu kaşıntı, frengi, akıntı hastalıklarına tutulmuş insanlar bu kadar küçük bir alana sardalya konservesi gibi sıkıştırılınca ortaya çıkan sağlığa aykırı pisliklerin kokusu da buna ilave edilince ne olur -şehir artık kokmuştu.
Dünya tepetaklak edilmişti.
Onların filosu haziranda çıkageldi ve Aşağı Koy’da demir attı. Pitt Tepesi’ne tırmandık, hatırlıyorum, bu kadar gemiyi bir arada görünce dilim tutuldu; bütün o beyaz yelken bezleri güneşin altında şişiyor…