Tılsımlı Deri / Honoré de Balzac

Tılsımlı DeriTılsımlı Deri

Tılsımlı Deri’den…

Geçen ekim ayının sonlarına doğru, genç bir adam, Paris’te vergi dairelerinin gözdesi olarak bolca gelir getiren bir tutkuyu destekleyen yasa tarafından belirlenen saatte, oyun salonlarının açılmaya başlamasıyla Palais Royal’e girdi ve pek de duraksamadan 36 numaralı kapıya çıkan merdivenleri tırmandı.

“Bayım, şapkanız, lütfen!” diye bağırdı bir tezgâhın arkasındaki gölgede çömelmiş duran soluk yüzlü ihtiyar, paylayıcı olduğu kadar duygusuz bir ses tonuyla. Ardından yüzüne kalıp gibi sinmiş tiksinti verici bir ifadeyle aniden ayağa kalktı.

Bir oyun salonuna girdiğinizde, yasa öncelikle sizi başınızdaki şapkanızdan ederdi. Bu talep, Tanrı katından gönderilen kutsal kitabın bir buyruğu muydu? Yoksa, sizi şimdiden bir rehin bırakmaya zorlayan şeytani bir sözleşme miydi? Belki de sizi, paranızı son kuruşuna kadar alacak zatların karşısında saygılı bir tavır sergilemeye yöneltmenin bir yoluydu? Bu durum, batakhanelerin tamamına sızmış olan polisin şapkacınızın adını ya da üzerine isminizi yazdıysanız, kimliğinizi öğrenme merakından kaynaklanabilir miydi? Ya da nihayet bazı bilim adamlarının oyuncuların kafataslarının ölçüsünü alıp zihinsel kapasiteleri üzerine bir istatistik yapma isteğinin bir sonucu muydu? Yetkililer bu konuda suskunluklarını koruyorlardı.

Ama şunu iyi bilin ki, yeşil çuhaya doğru yaklaştığınızda, şapkanız da benliğiniz gibi size ait değildi. Kumar masasında, geleceğinizin, şapkanızın, bastonunuzun ve paltonuzun kaderi sizin ellerinizde değildi. Salondan çıkıp, çantanızı geri aldığınızda, Oyun acımasız bir iğnelemeyle içinde hâlâ bir şeyler kaldığını gösterecekti. Yine de yeni bir şapkanız varsa, biraz masrafa girip bir oyuncu kostümü yaptırmayı öğrenecektiniz.

Genç adamın, ne mutlu ki kenarları hafifçe yıpranmış şapkasının karşılığında aldığı fiş karşısında gösterdiği şaşkınlık yüreğindeki masumiyeti yeterince belli ediyordu. Genç yaşından beri oyuncuların içini alev alev yakan kumar tutkusunun belirtileriyle pişmiş olan ihtiyar, onu bir filozofun hastanelerin sefaletini, son kuruşlarını yitirerek sokaklara düşenlerin yoksunluğunu, boğularak intihar edenlerle ilgili tutanakları, müebbet hapisleri, Guazacoalco kolonisi sürgünlerini görebileceği donuk ve duygusuz bakışlarla süzdü. Bu adamın, d’Arcet’nin et suyu çorbasından başka bir şeyle beslenmediğini belli eden uzun, beyaz yüzü

LİNK

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir