Casus / Joseph Conrad

CasusCasus

Casus’tan…

Bay Verloc duygularını dışa vurmayan, domuz gibi sapasağlam bir adam olduğu için, ellerini sevinçle ovuşturmadan, aklından geçen düşüncelere kuşkulu kuşkulu göz kırpmadan yoluna devam etti. Pırıl pırıl potinleriyle kaldırımda yürüyordu; kılık kıyafeti, kendi işinin sahibi, hali vakti yerinde bir ustanınkine benziyordu. Resim çerçeveciliğinden tutun, çilingirliğe kadar her meslekten olabilirdi, ufak çapta bir işveren bile sanılabilirdi.

Ancak Verloc’un üstünde, işini yalan dolanla bile yapsa, hiçbir ustanın edinemeyeceği, tanımlaması olanaksız bir hava da vardı; genellikle geçimlerini insanların ahlak kusurlarını, budalalıklarını ve çıkar kaygılarını kullanarak sağlayan kimselerde –kumarhane cehennemleriyle genelev işletenlerde, özel dedektiflerle özel araştırmacılarda, içki ve (eklemem gerekir ki) insanları dinçleştirdiği ileri sürülen elektrikli kemer satanlarda, gizli birtakım ilaçlar icat edenlerde– görülen bir havaydı bu: Tüm insani değerleri reddeden kimselerin havasıydı.

Ama araştırmalarımı o kadar derinleştirmediğim için, ilaç mucitleri konusunda pek emin olamıyorum. Bana kalırsa, onların yüzlerindeki ifade, herhalde tam anlamıyla iblisçe bir ifadedir. Gerçekten de öyle olduğu ortaya çıkarsa, hiç şaşmam doğrusu. Benim belirtmek istediğim şey, Verloc’un uyandırdığı izlenimin hiç de iblisçe olmadığı.

Verloc daha Knightsbridge’e varmadan, neredeyse tam bir sessizlik içinde hızla yol alan tek atlı arabaların arasında yalpalayarak giden otobüslerin, tırısa kalkmış gibi ilerleyen kapalı kamyonların gürültüye boğdukları işlek ana caddeden sola saptı. Hafifçe geriye doğru kaykılmış şapkasının altında kalan saçlarını saygın bir bey gibi özenle fırçalayarak, dümdüz yatırmıştı, çünkü işi bir büyükelçilikteydi. Ve Bay Verloc şimdi ‘özel’ diye tanımlanması hiç de yanlış olmayacak bir sokakta, kararlı adımlarla, kaya gibi (yumuşak bir kaya gibi) sağlam yürüyordu.

Genişliği, ıssızlığı ve uzunluğu ile bu sokakta cansız doğanın, ölümsüz nesnelerin görkemli havası vardı. Ölümlülüğü anımsatan tek şey, bir doktorun kaldırıma yakın bir yere bıraktığı, heybetli bir yalnızlık içinde bekleyen tek atlı arabaydı. Sokak kapılarının pırıl pırıl tokmakları göz alabildiğince uzayıp gidiyor, temiz pencerelerden koyu, donuk bir ışık saçılıyordu. Ortalık tam bir sessizliğe bürünmüştü. Ama ta uzaklardan, takırtılar çıkararak giden bir

LİNK

Author: epubindir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir