Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu / Lord Kinross

Atatürk Bir Milletin Yeniden DoğuşuAtatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu

Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu’ndan…

O zamana kadar imparatorluğun karşılaştığı baskı kendi sınırlarının içinden gelmişti. Ama Mustafa’nın doğuşundan dört yıl önce, 1877’de bu baskı dışarıdan kendini gösterdi. Akdeniz’e doğru yayılmak konusundaki Panslavist rüyalarının peşinde koşan Ruslar, sınırı aşarak İstanbul’un dış mahallelerine kadar ilerlediler. Burada onları ancak İngiliz donanması durdurabilmişti. Büyük devletlerin işe karışması sonucu Ayastefanos’ta1 bir antlaşma imzalandı. Bu, aslında en başta Bulgaristan’ın yararına olarak, Türkiye’nin Avrupa’daki topraklarının parçalara bölünmesi demekti. Ama, bu da, Düveli Muazzama’nın2 işine gelmedi.

İngiltere ile Avusturya, Rusya’nın Avrupa’ya bu kadar yayılmasından telaşa düştüler. 1878’deki Berlin Kongresi’nde, en çok Disraeli’nin etkisi ile karar değiştirildi ve buna karşılık Rusya’ya Doğu’da birtakım haklar tanındı. Böylece Rumeli, yeni bir yaşama hakkı kazanıyordu, ancak temeli çürük bir hak. Çünkü yanı başında komşu olarak daha küçük, ama daha şamatacı bir Bulgaristan ve henüz Osmanlı İmparatorluğu içinde olmasına rağmen her an patlamaya hazır bir Makedonya vardı.

´Mustafa, böylece içeride kargaşalıklar ve dışarıda yabancı tehditler ile kuşatılmış tedirgin bir dünyaya gözlerini açtı. Türk soyundan, küçük bir orta sınıf aileden, Müslüman bir Osmanlı olarak doğmuştu. Makedonyalıların birçoğu gibi kanında bir parçacık Slav ya da Arnavut karışımı olup olmadığı hiçbir kanıta dayanmayan bir varsayımdan öteye geçemez. Ama, büyüdükçe ten rengi ve görünüşü bakımından başkalarına pek benzemediği de aşikârdı. Zaten bu kadar karışık bir ortamda doğan bir çocuğun, ana babasından daha geride hangi ırklarla ilişkisi olduğunu araştırmak boşunadır.

Mustafa’nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım’dı. Zübeyde Hanım, Bulgar sınırının ötesindeki Slavlar kadar sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik’in batısında, Arnavutluk’a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya’yı ve Tesalya’yı almalarından sonra Anadolu’nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros Dağları’nda özgür

LİNK

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir