Vergilius’un Ölümü
Vergilius’un Ölümü’nden…
Aşağıda, yarı karanlıkta ise küreklerin başındaki ehlileştirilmiş sürü, tüyler ürpertici bir ihtişamı sergileyerek ve insanlıkla ilgisiz yeraltı yaratıkları gibi, vardiyalar halinde çalışmaktaydı. Onlar, yani aşağıdakiler, Vergilius’u anlamıyorlardı, ona aldırdıkları da yoktu; buradakiler, yukarıdakiler ise Vergilius’a saygı duyduklarını ileri sürüyorlar, dahası, bunun gerçek olduğuna da inanıyorlardı.
Ancak ne olursa olsun, yani ister sanattan anladıklarını düşünerek Vergilius’un eserlerini sevdiklerini sansınlar, ister ona İmparatorun dostu olduğu için, yani düzmece bir saygı göstersinler, onun, yani Publius Vergilius Maro’nun, kaderin zorlamasıyla çevrelerine girmiş olmasına rağmen, bu insanlarla hiçbir ortak yanı yoktu; iğreniyordu hepsinden, ve batan güneşi yolcu etmek için erken davranan kıyı meltemi esmeye başlamamış olsaydı eğer, böylece de içki sofralarının ve mutfağın kokuları uzaklara üflenmeseydi, deniz tutması şairi yeniden pençelerinin arasına alacaktı. Vergilius, içinde Aeneis’in metninin bulunduğu çantanın yanında, bıraktığı gibi, el değmemiş halde durduğundan bir kez daha emin olmak için baktı; sonra kırpıştırdığı gözlerini artık iyiden iyiye kararan batı ufkuna çevirerek, çenesine kadar örtündü; çok üşüyordu.
Zaman zaman yine de dönüp şu arkalardaki gürültücü insan sürüsüne bakma isteği duyuyordu; sanki işi daha nerelere kadar vardıracaklarını merak etmekteydi, ama bakmadı, ve bakmamak daha iyiydi; üstelik, böyle dönüp bakmak sanki yasakmış gibi bir duygu, içinde gittikçe yoğunlaşmaktaydı. Sakin, öylece uzanıp kaldı. Brundisium’un dar ve bir akarsu ağzını andıran girişine varıldığında, akşamın ilk alacası da saydam bir yansımayla gökyüzüne yayılmış, yeryüzünü sevecenlikle kucaklamıştı; şimdi iklim daha serin, ama aynı zamanda da daha yumuşaktı; tuz kokusu, karanın daha ağır olan havasına karışıyordu; gemiler art arda hız keserek kanala giriyordu.
Poseidon’un ülkesi, demir grisine, kurşun rengine bürünmüştü; artık yüzeyini buruşturan tek bir dalga bile yoktu. Kanalın sağındaki ve solundaki kalelerin mazgallarına İmparatoru selamlamak için garnizondan askerler yerleştirilmişti; belki de doğum günü kutlamalarının ilkiydi bu, çünkü Octavianus Augustus, doğum günü için dönmekteydi; evet, gerçekten de doğum gününün bir gün sonra Roma’da kutlanması kararlaştırılmıştı; orada, öndeki…