İki Şehrin Hikayesi
İki Şehrin Hikayesi’nden…
Dover posta arabasında her zamanki sevecen hava hâkimdi, yani muhafız yolculardan, yolcular birbirlerinden ve muhafızdan, kısaca herkes herkesten şüpheleniyordu, arabacının emin olduğu tek şey ise atların vaziyetiydi; iki cihan bir olsa bu yolu çıkamayacaklardı.
“Deeh!” dedi arabacı.”Hadi bakalım! Ha gayret, sonra tepedeyiz, Tanrı’nın belaları, şuraya gelene kadar neler çektirdiniz bize! Joe!”
“Söylee!” dedi muhafız.
“Saat kaç Joe?”
“On biri on geçiyor.”
“Hadi yaa!” diye haykırdı arabacı, canı sıkkın, “daha Shooter’ı çıkamadık bile! Deeh! Hadi, yürüyün!”
Baştaki at kamçıyı yiyince birden öne atıldı, peşinden de diğer iki at. Dover posta arabası bir kez daha, yanında, uzun çizmeleriyle çamura bata çıka yürüyen yolcularıyla birlikte mücadele veriyordu. Araba durduğunda yolcular da durmuş, birbirlerinin dibinden ayrılmamışlardı. İçlerinden biri çıkıp da diğerine o sis ve karanlıkta biraz önden gitmeyi teklif etme cesaretini gösterecek olsa, hemen o an haydut diye vurulması işten bile değildi.
Bu son gayretle araba nihayet zirveye ulaştı. Atlar soluklanmak için durdular ve muhafız tekerleklerin altına iniş için gereken takozu koyduktan sonra yolcuların binmesi için arabanın kapısını açtı.
Arabacı oturduğu yerden aşağı bakarak uyaran bir ses tonuyla bağırdı, “Hey Joe!”
“Ne var Tom?”
İkisi de kulak kabarttılar.
“Hızlıca bize yaklaşan bir at var Joe.”
Muhafız, “Bence dörtnala yaklaşıyor Tom,” diye karşılık verdi ve kapı tutmayı bırakarak çabucak yerine çıktı. “Beyler! Kıpırdamayın lütfen!”
Bu telaşlı ricayla beraber tüfeğin horozunu kaldırarak savunmaya geçti.
Bu tarihsel kayda konu olan yolcu tam o sırada arabaya binmekteydi; diğer iki yolcu da hemen arkasındaydı. Adam vücudunun yarısı arabada, yarısı dışarıda, basamakta öylece kalakaldı; diğerleri de aynı şekilde yolda. Hepsi bir arabacıya, bir muhafıza bakıp kulak kabarttılar. Arabacı arkaya baktı, peşinden muhafız baktı, hatta en baştaki at bile onlara uyarak kulaklarını dikip arkaya baktı.
Arabanın tıkırtısının kesilmesiyle çöken dinginliğin üstüne bir de gecenin dinginliği eklenince iyice sessizleşmişti her yan. Atların solumaları sanki heyecanlanmış gibi…